31 Aralık 2010 Cuma

ZULMÜNE DE EYVALLAH SEVGİLİ !...


ZULMÜNE DE EYVALLAH SEVGİLİ !...

Yıl yeni, acılar eski bak…
Bak, hala kanıyor yaralarım !...
Ben bir günebakan , sen ise bir güneş…
Yüzüm hep sana doğru !..
NİCE SINAVLARDAN GEÇTİM,
ÇOK ŞÜKÜR HALA AYAKTAYIM !...

***

Ben katilini seven bir maktul,
Ben her şeyini yitiren bir tacir,
Ben hep anılarında bile,
Hep es geçtiğin bir durak…
AMA BİL Kİ SEVGİLİ,
TARİH SENİ DEĞİL BENİ YAZACAK !

***

Eskiden yenildim derdim,
Meğerse hiç yenilmemişim…
İnan kibrimden değil,
Aşk dediğin sebattır değil mi ?
MAZLUMLUĞUMU SEVİYORUM;
ZULMÜNE DE EYVALLAH SEVGİLİ !... ( İbrahim Ormancı )

28 Aralık 2010 Salı

' DENİZ '' DEDİK ÖPÜP BAŞIMIZA KODUK TUZU EKMEĞİ !...





















'Deniz' Dedik Öpüp Başımıza Koduk Tuzu Ekmeği


İlk günlerindeki gibi Troya'nın
Usulca dokundu mor yamaçlarına
Gül parmaklı şafak İda'nın
Işıdı sonyaz'ın gergin karnı
Kuytularda ince bir rüzgar
Okşadı küçük mavi çiçeklerini sevdanın
Sürüp gidiyordu yaşamın gelgiti

Sürüp gidiyordu doğumlar ölümler
Ardından ölümcül sancıların
Sese dönüştü titreyen çiyler
Baktım gözlerin söylence rengi
Neydi o yumuk avuçlarında
Bir giz gibi sımsıkı tuttuğun şey
Görünce dünyamızı neden ağladın
Söğütler yaprak döktü sular ürperdi

İlk günlerindeki gibi Troya'nın
Hangi korkularla kim demiş
Bir kız doğunca dört duvar sızlar diye
Sızlamadı genişledi duvarlar
Tanelenen başakla geçmişten geleceğe
Bakır taslarla içildi şerbetin
Itırlar defnelerle ilk çeyizin kondu sandığa
Nişanlandın yaşama beşik kertmesi

Onarmış gibi duvarlarını kentin
Dayanıklı olsun diye tüm acılara
Tuzladık kaya tuzuyla bedenini
Yuduk kırk bir çeşit ot katılmış sularla
Ve güllerin ve dikenlerin ve kırların acemisi
Kesilmesin diye dar geçitlerde soluğun
En mavi sözcüklerle seslendik sana
'Deniz' dedik öpüp başımıza koduk tuzu ekmeği


MEHMET BAŞARAN

Not : Bu şiir Mehmet Başaran'ın intihar eden kızı Deniz Başaran'a yazdığı bir şirdir.

EBRU TAŞ İÇİN BİR ŞİİR !...























EBRULİ -Ebru'nun Anısına-

Ölüm yine çaldı kapıyı,
‘’ İçinizden birisi gelsin ‘’ diyerek…
Ebruli bir gökyüzünde,
Gitti kuzum, bir daha geri dönmeyecek! ...

***

Ölüm yine çaldı kapıyı,
Karadeniz alabildiğine hırçın,
Yolun yarısını geçtin henüz ama,
Yok mağrur ve yürekli kız sana yarın! ...

***

Ölüm yine çaldı kapıyı,
Kır prangayı, paslı yürek,
Çarptın bu tatlı canı suratlarına,
‘’ Bu kirli yaşam sizin olsun! ‘’ diyerek…


***
Ne kahır, ne zulüm, ne de başka bir şey…
Ebruli bir gökyüzünde yitirdim düşlerimi…
Seni hiç tanımadım, hiç görmedim belki.
Kefenini sıyırıp, öptüm öptüm gözlerini! ..

İbrahim Ormancı


Yard.Doç.Dr Ebru Taş'ı özlemle anıyorum.

SORU SORAN BİR ŞİİR !....

















GİZLİ BAHÇE

Ne zaman bir içli şarkı duysam ,
Anımsadığım şeyler olur mutlaka !...
Gözlerim buğulanır, böğrüme bir sancı saplanır,
Seni düşünürüm, kendimden utanırım !...
Aşk acısı dedikleri, yoksa bu mudur ?
***
Ne sevdiğinden ayrılan,
İlk insan benim...
Ne de sevdiğinden ayrılan,
Son insan ben olacağım..
Boynum kıldan ince sana biliyorsun,
Belki seni benden daha çok sevebilecek,
İnsan çıkabilir karşına elbette,
Ama sorun şurada,
Ben hiç unutamadım seni,
- Unutamıyorum -
Yoksa kusur mudur ?
***
Geri getiremem ki zamanı,
Haddim de değil zaten,
Bir gün olur da karşılaşsak seninle,
'' Merhaba '' bile diyecek cesaretim yok inan,
Hangi tabip derdime derman olur ,
Unutmak Allahım, unutabilmek,
Bu denli zor mudur ?

( İbrahim ORMANCI )

YORK DÜŞESİ













YORK DÜŞESİ


York düşesi, her zaman mutsuz ;
Sırça sarayda yaralı bir serçe ...
Oysa Liverpool'da bir madenci karısı ;
Nihayet nohut oda, bakla sofa...
Bir ev alabildikleri için alabildiğine sevinçli..
Gelecek noelde, dostlarına ,
Bir parti vermeyi planlıyor...
***
Mutluluk nereye düşer ,
Mutsuzluk nereye düşer bilinmez...
Her kadın York Düşesi olmak ister belki,
Ama York Düşesi kendine öykünmez...
Kaç sanayi devrimi yapılırsa yapılsın,
Kimi muammalar hiç çözülmez !...



İBRAHİM ORMANCI - 04.11.2010 -

NE GETİRDİN BİZE 2011 ?























NE GETİRDİN BİZE 2011 ?

Ne getirdin bize 2011 ?
Kardeşlik mi , barış mı ?
Örneğin kısa çöp, uzun çöpten ;
Hakkını bu kez alacak mı ?
Ne getirdin bize 2011 ?
İnsanın insana zulmü duracak mı ?
Yetim ve öksüz çocukların,
Yüzleri bir parça olsun gülecek mi ?

***
Ne getirdin bize 2011 ?
Ekmek mi , iş mi , özgürlük mü ?
Soğukta titreyen canların,
Yoksul konduları ısınacak mı ?
Ne getirdin bize 2011 ?
Hz Ömer'in adaletini mi ?
Yoksa yoksa bu yılda da,
Kul hakkı gaspları sürecek mi ?

***

Yanıtınızın '' Hayır '' olduğunu,
Duyar gibiyim...
Öyleyse neden bu şatafat, neden bu debdebe ?
2011 yılının , 2010 yılından farkı nedir ?
Bir fark göremiyorsanız eğer,
Neden bu kadar seviniyorsunuz ?


( İbrahim ORMANCI )

13 Aralık 2010 Pazartesi

SUÇ MUDUR ?















SUÇ MUDUR ?


Kar yağıyor lapa lapa..
Ne romantizm, ne çocukluğum geliyor aklıma..
Hatta sen bile,
Şöyle geçip gidiyorsun aklımdan..
Ben kışın kış günü,
Bankamatikte yırtık bir battaniyeye yatan,
Çocuğu düşünüyorum hala..
Suç mudur ?

***

Sonra sıcak bir çorba içiyorum..
Okuduğum bir haber geliyor aklıma birden..
Oruç tutup, eşine yemekte ne var diye soran baba,
Bir şey olmadığına öğrenince kendini asmış..
'' Komuşusu aç iken tok yatan bizden değildir ''
Diyen olmadıki sanki bize...
Bunu anımsatırım ekranlarda,
Birbirleriyle dalaşan polemik canavarlarına...
Suç mudur ?


İBRAHİM ORMANCI

26 Kasım 2010 Cuma

BİZ NEYMİŞİZ SAHİ ?














HALKIZ BİZ !...

Ellerim halktır benim,
Kimsesiz çocuklara dokunurum…
Ellerim halktır benim,
Tıpkı babamın nasırlı elleri gibi…
Ne hasetlik, ne de başka bir şey,
Yalnızca , yalnızca alın teri !...
Kulağımda yankılanır hep,
‘’ Çocuklarımın kursağına haram lokma girmesin ‘’ diye,
Annemin o şefkatli temennisi…

***

Gözlerim halktır benim,
Bir konfeksiyoncu kızın gözlerine bakarım,
Hani vitrindeki gelinliklere bakarlar ya,
Gözlerim halktır benim,
Henüz iki yaşında ölen Erbil amcamın,
Mezarı başındaki yazıya ağlarım…

***

Saçlarım halktır benim,
Bir Lösemili çocuğun hayalindeki saçlar…
Yetiştirme yurdunun tel örgülerinin arkasından bakan,
Sarı saçlı çocuğa yanarım…
- Ki rüyalarında anne ve babası saçlarını okşar –

***

Halkız biz,
Bütün polemiklerden, tartışmalardan azade,
Derdimiz bir, acımız bir, hayallerimiz bir…
Öyleyse, öyleyse bizi…
Bizi kutuplara ayırmaya kalkanlar kim ?

( İbrahim ORMANCI )

24 Kasım 2010 Çarşamba

NE DE HÜZÜNLÜ KOKAR MERSİNLER !...





















MERSİN KOKUSU !...

Babasını yitiren çocuk,
Sevmez akşam üstlerini hiç...
Çünkü komşu amca var ya,
Ellerinde poşetlerle eve döner,
'' Babam gelmiiiiş '' diye,
Bir ses yükselir, aparmanın içinde,
Babasını yitiren çocuğun,
Küçük kalbi cııııız eder,
Kalbi küçüktür belki ama,
İçinde büyük fırtınalar kopar !...

***
Arkadaşlarının merakını cezbedip,
'' Bunu da babam aldı '' diyemez ki hiç,
En sevdiği koku, mersin kokusudur,
Her arefe günü, pos bıyıklı satıcı ,
En güzel mersinleri ona verir....
Daha yedisindedir belki ama,
Babasının kabri başında,
Ağlamamak için direnir....

***
Ağla sevgili çocuk, doyasıya ağla...
Çünkü insan ağladıkça güzelleşir...
Çok uzakta bir yer var biliyorum...
Seven yürekler kavuşur bibirlerine...
Ayrılık denen illet yok olmaya mahkumdur !...

( İbrahim Ormancı )

22 Kasım 2010 Pazartesi

VEFA




















VEFA

Ne bileyim yar,
Senin de bir gün zalimleşeceğini…
Her gün benden biraz daha uzaklaşıp,
Her gün biraz daha unutacağını !...
Ne bileyim ben senin,
Bir yıldız olmaktan ise,
Bir gecekondunun penceresinden,
Giriveren zemheri soğuğu olacağını !...

***

Ne bileyim yar,
Biz öksüzlerin, biz yetimlerin,
Yanındaydık hani ?
Öyleyse, öyleyse…
Neden payandası oldun zulmün ?
Öyleyse, öyleyse…
Hadi beni unuttun neyse,
Unuttun ölümü bile sevgili !...

***

Zalimlere karşı,
Yaşasın ahde vefa !...( İbrahim Ormancı )

ALINIRIM !...














ALINIRIM

Bana bakmayın siz
Ben olmadık şeylere alınırım
İnce şeyleri düşünmekten belki,
Bazen inceldiği yerden koparım...
Su alan köhne bir tekne gibi,
Mutsuzluğun okyanusunda salınırım..
Bana bakmayın siz,
Çıtkırıldım bir dal gibi kırılırım..

***

Ne şaşkın bir serçeyim ki,
Hemencecik vurulurum.
Ben bu dünyanın alengirli işlerinden,
Hiç anlamam, yorulurum.. 


( İbrahim ORMANCI )

27 Ekim 2010 Çarşamba

YELDA KARATAŞ ABLAMIZDAN BİR ŞİİR !....


Gül Korusun Şiiri

Seni dizeler ısıtamadı imgelerinde karanlık kuşağın
bir çukur yağmuru altında elmasın kaldı
seni senden ayrı bildiler ki
hıyabanda yazılır gözlerine her ağacın şiir

Sormasın yaşlı kirpiklerine hayat nedir
bu soluk soluğa ölümü yazarak bir gece nöbetinden
döner gibi
yakaladığım sesin

sen sin biliyorum, gülsün ve gülden ötesin
yağmurunda her damlanın geceyi dinlersin
kalp atışlarını şiirin
gülün ezik haline ağlar çocukluğun boyunca umutladığın
en uzun gecenin sabrı bilir ki
aşk nedir bir bakışta gördüğün
bir ölüme dair

gül kurutur diyorlar şiir ve ölüm için
gül yaşatır Rumi'nin duvara kurşunlanan kıpkırmızı sesini
Şems için

gözlerin demiştin ya
halkın ayaklanmış sesidir şiir
senin ve benim gözlerim tanıştır kelam olsun hüznüm
uzun bir ah duyduğumda görmediğim ellerinden,
parmağın parmak ucuma değende oldum ki
gülün en vahşi halidir kalbim.

sana ne diyeyim ey sevgili, ey insan, ey Tur-i Sîna
gül korusun şiiri
şiir de ikimizi!

Yelda Karataş
Şems ve Mevlana

26 Ekim 2010 Salı

BİR SANATÇI ; NERMİN KAYA !....


















Kardeşimize çalışmalarında yürekten başarılar diliyoruz.

NİLGÜN MARMARA HER ZAMAN !....


Nilgün Marmara – “Hayatın Neresinden Dönülse Kârdır”

“Azımsanamayacak kadar ölmüşüm / Azımsanamayacak denli ölüyüm... Geliyorlar, bu evde doğan yeni bir ölümü görmeye; koşarak, düşe kalka yuvarlanarak, sürünerek... Nasıl olursa olsun; görmek için bu eski dostlarının yeni cesetlerini ve göstermek için kendi dirimlerinin kıvılcımlarını geliyorlar. Ölüm sessizliği, toz ve küf kokan evden ayrıldıktan sonra seviniyorlar canlıyız diye."


1958’de İstanbul’da doğdu Nilgün Marmara. Kendini büyütmeye çalışan küçük bir çocuktu ki elleri büyüdü. Ortaokul, lise derken geçen zamanın acıyı içine sindirmek istercesine ağır ağır ilerliyor oluşu boğmaya başlamıştı belki onu. Boğaziçi Üniversitesi Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nde başladığı yüksek öğrenimini tamamlamak için yaptığı bitirme tezi ona kırgınlıklarından kurtulmak için yol gösterici oldu. Başka seçenek var mı diye sormadı ölümü seçen Sylvia’ya…

Bitirme tezinde intiharı seçen ünlü şâir Sylvia Plath’ı inceliyordu. Şiirlerini, yaşamını inceliyor ve şiirlerinden çeviriler yapıyordu. Şiirler yazıyordu Nilgün Marmara, intihar kokan şiirler yazıyor “yaşama karşı ölüm” diyordu. Çeşitli dergilerde yayınlıyordu şiirlerini ‘Beyaz’, ‘Deniz Atı’… Sylvia Plath’ın şâirliğiyle intiharını ayrı tutmadığı ve bir bütün olarak incelediği tezi “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi”ni tamamladığında Nilgün Marmara için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Plath’ın bireyin yalnızlığı ve var oluş sorunları üzerine olan bakış açısı onu fazlasıyla etkilemişti.

“Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden Mezun olmak İçin Gerekli Koşulları Kısmen Karşılamak Amacıyla Teslim Edilmiş Bir Tez – Umarım böylesine emsalsiz ve belirgin bir konuda, şiirlerini ölüm kavramını derinden kavrayarak yazmış ve intiharında da sanatındaki kadar başarılı olmuş bir kadının analizini yapabilme konusunda başarısız olmam.”

Şiirlerinde bireyin düşle gerçek arasında sıkışıp kalan kırgınlıklarını işliyordu. Süregelen şiir geleneğinin dışında kendine has üslubuyla yaşamı, ölümü irdeliyordu. Çok sevdiği şâirin yazgısını düşünüyordu sürekli ve vazgeçti Nilgün Marmara… 13 Ekim 1987’de henüz 29 yaşındayken Kızıltoprak’ta, denize ters yönde, bir çığlık bile atmadan kendini altıncı kattan bıraktı.

CEMAL SÜREYA !....


Cemal Süreya (d. 1931, Erzincan - ö. 9 Ocak 1990, İstanbul), şair. Asıl adı Cemalettin Seber'dir.

Cemal Süreya 1931'de Erzincan'da doğdu.("1931 yılında Erzincan'da doğdum. Bir doğum günüm yoktur benim"-Güngör Demiray'a mektup,Cemal Süreya Arşivi,Mektuplar Dosyası) 1938'de Dersim İsyanı sonrasında ailesi Bilecik'e sürgün edildi. 9 ocak 1990 tarihinde İstanbul'da ölmüştür. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi maliye ve iktisat bölümü'nü bitirmiştir.Maliye Bakanlığı'nda müfettiş yardımcılığı ve müfettişlik, darphane müdürlüğü, Kültür Bakanlığı'nda kültür yayınları danışma kurulu üyeliği, Orta Doğu İktisat Bankası yönetim kurulu üyeliği ve 25 yılı aşkın Türk Dil Kurumu üyeliği görevlerinde bulunmuştur. Yayınevlerinde danışmanlık, ansiklopedilerde redaktörlük, çevirmenlik yapmıştır.

Ağustos 1960'tan itibaren yalnızca dört sayı çıkarabildiği Papirüs dergisini Haziran 1966- Mayıs 1970 arası 47, 1980-1981 arası iki sayı daha çıkardı. Pazar Postası, Yeditepe, Oluşum, Türkiye Yazıları, Politika, Yeni Ulus, Aydınlık, Saçak, Yazko Somut, 2000'e doğru gibi yayın organlarında şiir ve yazılarını yayımladı.

İkinci yeni hareketinin önde gelen şair ve kuramcılarından sayılan Cemal Süreya'nın ilk şiiri "Şarkısı Beyaz" Mülkiye dergisinin 8 Ocak 1953 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Geleneğe karşı olmasına rağmen geleneği şiirinde en güzel kullanan şairlerden birisiydi. Kendine özgü söyleyiş biçimi ve şaşırtıcı buluşlarıyla, zengin birikimi ile, duyarlı, çarpıcı, yoğun, diri imgeleriyle ikinci yeni şiirinin en başarılı örneklerini vermiştir. Ölümünden sonra adına bir şiir ödülü kondu. 1997'de de Cemal Süreya arşivi yayımlandı.

Cemal Süreya 38 sürgününü bir şiirinde şöyle anlatıyordu:

"Bizi kamyona doldurdular. Tüfekli iki erin nezaretinde. Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular. Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar. Tarih öncesi köpekler havlıyordu."

Ülkü Tamer onun için şu dizeleri yazmıştır:

Tanrı Bin birinci gece şairi yarattı, Bin ikinci gece cemal'i,

Bin üçüncü gece şiir okudu tanrı, Başa döndü sonra, Kadını yeniden yarattı.

22 Ekim 2010 Cuma

BU DÜNYADAN BİR '' ARİF DAMAR '' GEÇTİ !.....

























Arif Damar | Şiirleri


Çanakkale'nin Karainbeyli köyünde dünyaya geldi. İstanbul Erkek Lisesi'ndeki öğrenimini yarıda bıraktı. Çeşitli memuriyet görevlerinde bulundu.
'Yeryüzü Kitabevi'ni kurdu, yönetti.

Şiir Kitapları:

Günden Güne (1956),
İstanbul Bulutu (1958),
Kedi Aklı (1959),
Saat Sekizi Geç Vurdu (1962),
Alıcı Kuş (1966),
Seslerin Ayak Sesleri (1975),
Alıcı Kuşu Kardeşliğin (Toplu Şiirler, 1975),
Ölüm Yok ki (1980),
Ay Ayakta Değildi (1984),
Acı Ertelenirken (Seçme Şiirler, 1985),
Günden Güne (1986),
Yoksulduk Dünyayı Sevdik (1988),
Onarırken Kendini (1992).

"Yüksek sesle okunacak coşkun söyleyişler yerine öz yönünden toplumsallığı yitirmeyen, değişik duyarlılıklara açılan temiz, etkili, kendine özgü
buluşlara ve imge gücüne dayanan bir şiir kurmayı başardı.'' (Şükran Kurdakul, 1989)

Ahmet Necdet,
Modern Türk Şiiri
Yönelimler, Tanıklıklar, Örnekler
Broy Yayınevi, Ekim 1993.

ŞİAR YALÇIN'I YİTİRDİK !....























25 Ekim 1924 tarihinde İstanbul'da doğdu. İlkokulu İstanbul English High School’da, lise öğrenimini Robert Koleji’nde tamamladı. İstanbul Hukuk Fakültesi'nden 1949 yılında mezun olan Yalçın, bir süre Pınarhisar ilçesinde hakimlik yaptı. Doktora öğrenimi için Paris’e giden ve 5 yıl Fransa’da kalan Yalçın, yurda dönüşünde 8 yıl süreyle İstanbul, Finike, Koyulhisar ve Kemah’ta savcılık yaptı. 1970 yılında, Akşam Gazetesi’nde yayınlanan yazılarından dolayı politikayla uğraştığı gerekçesiyle Yüksek Savcılar Kurulu kararıyla meslekten çıkarılan Yalçın, bir süre TRT’de çevirmen olarak çalıştı. 12 Mart döneminde tutuklanmasının ardından bu görevine de son verilen Yalçın’ın yayınlanmış 50 kadar çevirisi bulunuyor. İngilizce, Fransızca, İspanyolca, İtalyanca, Almanca, Latince ve Farsça bilen Şiar Yalçın, satranç, briç ve bulmacaya olan ilgisiyle tanınıyordu. Bir dönem Cumhuriyet Gazetesi’nin pazar ekinde briç köşesi de hazırlayan Yalçın'ın, briçle ilgili ‘A’dan Z’ye Briç’, ‘Briçinizi Sınayın’, ‘Süper Beşli Majör’, ‘Şlem (Bütün Briççiler İçin)’ ve ‘Yeni Beşli Majör’ adlı kitapları bulunuyor. Türkçeye verdiği önem ve bu konudaki yazılarıyla da dikkat çeken Şiar Yalçın’ın, bir de ‘Doğru Türkçe’ adlı kitabı bulunuyor. 19 Ekim 2010 tarihinde Ankara'da öldü.

25 Eylül 2010 Cumartesi

SUNAY AKIN'DAN BİR ŞİİR SÖZGELİMİ !...






















SÖZGELİMİ

Sözgelimi
bir cenaze törenine
katılır gibi yürüyorum sokaklarda
ve iğneyle tutturulmuş
çocukluk fotoğrafım
gülümsüyor ceketimin
yakasında

Son dileği
asılacağı ipin üstünde
yürümek olan
bir cambazım sözgelimi
cellatın düğümleyerek
boynuma geçirdiği ip
düşürüyor sonunda beni
her gösteride alay ettiğim
yaşamdan

Bir mehteranım sözgelimi
çalgılar arasında
yürürken savaş alanına
üç adımda bir
geriye döner
ve yaşlı gözlerle anarım
sevgilimi...


SUNAY AKIN




22 Eylül 2010 Çarşamba

KEDİ GÖZÜ

KEDİ GÖZÜ


Navarin'de yanıp kül olan,
Bir geminin sancak yanıyım bugünlerde...
- Denizcilik terimleri bulmacalarda sorulur ya -
Ki kendi sırlarıyla,
Akdeniz'in en dibine gömüldüm..
Bu yüzden hala ağlatır beni,
İçinden ayrılık geçen bir türkü...
***
Sen hep bir Lale devri imgesi,
Padişaha oğul vermiş bir sultan gibisin belki...
Bu yüzden gururlusun içten içe ,
Yüreğimden geçip giden,
Gittikçe kurumaya yüz tutmuş,
Irmakları görememen bundandır kimbilir...
***
Ben tarihi yazıyorum yeniden ,
Kendi kişidel görece tarihimi...
Her şey tarih oldu ama her şey,
Bir sen tarih olamadın yüreğimde...
***
Sana yenilerek, seni yendim,
Doğumdan mezara giden yolun,
Fosforlu bir kedi gözüyüm şimdi...


( İbrahim ORMANCI )



21 Eylül 2010 Salı

YANILSAMANIN ŞİİRİ !...

YANILSAMANIN ŞİİRİ


Biz yaşamı sahiplendikçe,
Acı ; pusuda avını bekliyordu...
Sarıkamış'ta donan bir asker gibi,
Beklerim hala hüznün yamaçlarında...
Anladım aşk diye bir şey yoktur...
Biz aşk sandığımız şeyi sadece,
Sabırlar, vefayla büyüttük...
Mütemadiyen uzayıp giden yollardan,
Ayrılığa dair imgeler devşirdik...
Yaz sıcağında kuruyan çiçeklere,
Menekşe kokan imgeler serpiştirdik..
Büütün yanlışlardan,
Bir doğru inşa ettik güya,
Biz rüzgar kırıntısı yıktı geçti,
Biz yaşamı sahiplendikçe,
Kontra yumruklar yiyip durduk...
***
Biz hüznü, yar kokusu, ömür törpüsü...
Acıyı kelebekleşen tırtıl..
Her ayrılığın bir vuslatı var sandım.
Taşdım,
Bildim yaşam yanılsamalardan ibarettir...


( İbrahim ORMANCI )



20 Eylül 2010 Pazartesi

GALİLELO HAKLIDIR
























GALİLELO HAKLIDIR


... Ve saklanıyorsun odalara,
Dışarıda bir kuru gürültü sorma,
Üzerine üzerine geliyorlar sanki,
Her an sobelenebilirsin,
Sen kendine sakla sözcükleri,
Sessiz ol !...
***
Sen firavun karşısında Musa ol,
Zalimler karşısında mazlum...
Unutma bazen susmak,
En büyük yanıttır...
Çünkü kış ne denli amansız olursa olsun,
Bahar gelecektir...
Engizisyon yargıçlarına rağmen,
Dünya dönecektir,
Galileo bugün değil belki,
Ama mutlaka yarın haklıdır..


( İbrahim ORMANCI )

28 Ağustos 2010 Cumartesi

BARİKAT


BARİKAT


Konuşsam yalnızlık,
Sussam ayrılık...
Bir ışığın peşinde,
Bir tutam aydınlık...
Ötesi mi ?
Zifiri karanlık...
***
Konuşsam Ekvator,
Sussam Kutup Dairesi...
Kah bir yalçın dağ gibisin,
Kah bir gayya kuyusu...
Dört yanım barikat,
Her yanım sensizlik... 


İBRAHİM ORMANCI





FARKLI BİR ŞİİRİM !...


















TEŞKİLAT-I MAHSUSA



Sözcükler örgütlenir yüreklerde...
Söylenmeyen sözcükler,
Bir devrimin tetikleyicisidir çünkü...
Beyinlerde, korkular ve tutkular,
Düello eder, ikide bir...
Yüreğim sana duyduğum,
Aşkın muhbirini aramaktadır...
Maktulün katiline duyduğu,
Bir hazin sevgidir bu
Sadece sana mahsus...( İbrahim Ormancı )


Fon Resminde ; Gazeteci-Yazar Ergun Hiçyılmaz Ağabey'imin '' Teşkılat-ı Mahsusa '' adlı kitabını kullandım.

YANSIN BAKALIM POMPEİ !....






POMPEİ YANMALI

Bir kesişi vurdular, güpegündüz....
Sakalı bir tutam uzamış gladyatör;
Etna'nın üzerine doğan güneşi seyretti...
Bir kesişi vurdular, güpegündüz....
Po nehri, nice yıllar sonra,
Bir lümpen Türk'e bulmacada sorsunlar diye,
Öyle usul usul akıyordu....
***
Barbarları beklerken,
Bir Latin '' agorafobisinden'' söz açamazdı elbet...
Kesiş orta yaşı geçmiş,
- Ve her daim aşktan yana nasipsiz-
Bu yüzden Nasıra'lı İsa'ya bağlanmıştı...
Bu yüzden Wilhem Tell'e benzeyen,
Ağzı şarap kokan bir ayyaş savurdu okunu,
Ok zehirliydi....
Biliyorum, hiç bir tarih kitabında,
Yer almayacak kesişin katli...
Bir kesişi vurdular güpegündüz...
Tarihin kenarına not düşelim biz...
Pompei yanmalı !...


İBRAHİM ORMANCI

24 Ağustos 2010 Salı

BİR ANNE ŞİİRİ !...


















İŞTE BEN BÖYLE BİR ANNENİN OĞLUYUM !...



Yüzlerinde güneş yanıkları, elleri nasırlı
Üzüm bağlarında çarçabuk yenilen yemekler...
Ortalıkta dolaşırken, hâlâ gözyaşı dökülen acılar...
Renkli renkli haplardan içilecek elbette...
“Çocuklarım okusun da’’ diye başlayan
cümleler ile,
Feda kuşağının fecrinde yükselir, adanan
ömürler...
Yoksuldur geceler, yoksuldur haneler,
yoksuldur düşler...
Amele kadınlar, hep ama hep çalışmaya
mahkûm...
Ne ötekileştiren, ne de bencilleşen bir
dünyadır bu,
“Şu borç bitsin de, çocuklarım okulu bitirsen
de’’ diye diye...
Gün doğmadan üzüm bağlarına girilir...
Amele kadınlar, bî-haberdir mehtaptan...
Çünkü ev demek, gece demek...
Üç-beş saatliğine uykudur...
Karnımı doyurabiliyorsam çok şükür bugün,
Üzüm bağlarını hiç ama hiç unutamam...
Hayatımda en gururlandığım konudur,
İşte ben böyle bir annenin oğluyum!..


İBRAHİM ORMANCI

SESLENİŞ

SESLENİŞ


Yaralı bir kuş gibi,
Gündüz görülen bir düş gibi,
Giriverdim dünyana birden...
***
Yorgun yüreğimden gayri,
Hiç bir şeyim yok inan,
Kapıyı çarpma yüzüme sakın...
***
Belleğimden anılar geçer,
Nerede o pencereme konan serçeler ?
Niye yalnız bıraktınız beni...
***
Artık ağlamak değil,
Derlenip toplarlanmak istiyorum...
Allahımdan sadece,
Ayakta ölmeyi diliyorum... 


( İbrahim ORMANCI)




ÇIKAN YAZILARIMDAN !...

OĞLUM YETİNMESİNİ BİLMİYOR ANNE !...

Geçen yıl, haftalık bir dergide ‘’ Oğlum Yetinmesini Bilmiyor Anne ‘’ diye bir şiirim yayınlanmıştı. Bu şiir şöyle başlıyordu. ‘’ Oğlum yetinmesini bilmiyor anne / Anne bana bir akıl ver / Bir gaz lambasının ışıttığı / Radyosunun bile pilinin bittiği / Rutubet kokan bir gecekonduda / Nasıl mutlu ediyordun bizi nasıl / Bol yıldızlı ve soğuk mu soğuk / Uzun kış gecelerinde ‘’.

Bu şiiri okuyan Bergama’da her zaman dergi ve gazetelerimi oradan aldığım büfeci kız ‘’ Ağabey, sana bir şey soracağım. Sen bu şiirinde, sanki oğlunu babaannesine jurnalliyorsun. Bir insan evladını uluorta şikayet edebilir mi hiç ? ‘’ diye soruverdi. Soruyu soran büfeci kız evliydi belki ama, henüz anne olamamıştı. Elbette, 4.5 yaşında kımıl zararlısı bir fırlama oğlan sahibi olan beni anlayamaz beni bu yüzden. Yanlış anlamayın sakın. Ukalalık yapmıyorum. Ama anne ve baba olmak, ancak yaşanarak öğrenilen bir duygudur. ( Bu arada henüz bir evlat sahibi olmamış ama pek çok anneden daha çok anne duyarlılığı taşıyan bütün kadınları tenzih ederim ). Bendeniz kitaplığımı dolduran, onlarca çocuklar ve çocuk gelişimi üzerine yazılmış, yerli ve yabancı yazarlara ait kitaba sahibim. Ama gel gelelim, bu kitapları satır satır hatmetmeme karşın, işi pratiğe dökmeye gelince duvara tosluyorum. 4.5 yaşında oğlum Enver Tuna, bütün bu kitaplarda yazılanları tersyüz ediyor, bütün ezberleri bozuyor. Yalnızca benim oğlum mu ? Değil elbet. Bütün çocuklar, bizim sandığımızdan çok ilerdeler. Aziz Nesin ustamızın yıllar önce, yazdığı kitabı anımsayın. ‘’ Şimdiki Çocuklar Harika ‘’. Evet, zurnanın zırt dediği ve sözün bittiği bir yerdeyiz.

Elbette ki, yazdığım bu şiirde amacım oğlumu anneme şikayet etmek değildi. Ama, gazetelerde, dergilerde, televizyonların haber bültenlerinde, bizlere gündem diye yutturulan şeyler, bizi reel yaşamdan uzaklaştırıyor. Özellikle, çocuklarımızın dünyasından…

En az 8-10 katlı apartmanlarda yaşayan, maksimum 80-90 metrekare dairelerde yaşamaya mahkum edilen, çocuklarımızı ihmal ediyoruz bizler… Çocuklar, sabahtan akşama değin çocuk kanallarını izliyorlar. Çünkü aman onlar, büyüklerin ayaklarına dolaşmasınlar. Çocuklar, toprakla bile oynayıp, streslerini atamıyorlar. Güneşe bile doğru dürüst çıkamıyorlar. Hatta ve hatta, çocuklar için inşa edilen çocuk parkları bile, özensiz, zevksiz ve tek tip. Üstelik, çocuklarımız için dışarısı, tehlikelerle dolu. Bir kere, trafik ayrı bir dert. Trafik kurallarına uymamakta ısrar eden ülkelerin başında biz geliyoruz. Son zamanlarda, medyada sıkça izler olduğumuz, kayıp çocuk haberleri, hepimizin yüreğini parçalıyor. Ve savunmasız çocuklarımıza karşı işlenen taciz olaylar ayrı bir vaka. Yasalarımız taciz olaylarına karşı, bir hayli yetersiz. Çocuklarımız tacize uğruyor. Ve mahkeme, tacize uğrayan çocukların ruh sağlığının bozulup bozulmadığını merak ediyor. Çok merak ediyorum… Tacize uğrayan bir çocuğun, bir insanın ruh sağlığı bozulmasa, işlenen tacizin, şiddetin bir önemi kalmaz mı acaba ?

İnsanlar, özellikle metropollerde, bir yerden bir yere gidebilmek için, trafikte saatlerini veriyor. Bir de, ülkenin ekonomik koşulları hepimizin malumu. Bir iş bulup, çalışabilen ebeveynler, her an işten çıkarılma korkusuyla yaşıyor. Ev geçimine katkıda bulanabilmek için, anneler de çalışmak zorunda. Böylece, çocuklarımız, doğar doğmaz, bakıcılara, ana okullarına ve etütlere mahkum oluyor. Çocuklar, doğar doğmaz sosyalleşiyor ama, ekmek gibi, su gibi gereksinimi duyduğu ebeveyn sevgisi ve ilgisinden yoksun kalıyor. Çocuklar, akşamları, anne ve babalarının dört gözle, eve gelmesini bekliyor Ama anne ve babalar akşamları eve gelince, iş stresi, trafik stresi, kredi karı ekstresi, bilumum faturalar derken, çocuklarını görecek halleri kalmıyor. Bir de, günümüzde boşanmalar hıza artıyor. Boşanmaların faturasını en çok, çocuklarımız ödemekte. Her gün gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde, nice parçalanmış yaşam öyküleri okumuyor muyuz ?

Çocuklarımızın izlediği çocuk programları, onları hayal kurmaktan uzaklaştırıyor. 4.5 yaşında oğlum, Ben tıpkı Ben 10 gibi davranıyor. Benden, bunca yıllık ömrümde yemediğim, içecek ve yiyecekleri talep ediyor. Burada, Fazıl Hüsnü Dağlarca ustanın şiirini anımsıyorum. ‘’ Çocuklar korkunç Allah’ım / Elleri, yüzleri,saçları./ Uyurlar bütün gece / Yok sana ihtiyaçları…/ Çocuklar korkunç Allah’ım / Bebek yapar haçları./ Aşina değiller hatıramıza / Severken aynı ağaçları…’’. Bazen, bütün dikkatimi oğluma verince, onun benden ne denli ileride olduğunu görüp kendimden utanıyorum. Çünkü, bazen oğluma karşı ne denli duyarsız olduğumu görüyorum.

İşte biz ebeveynler olarak, çocuklarımıza karşı duyduğumuz, suçluluk duygusunu bertaraf etmek için, onlara sürekli bir şey almakta buluyoruz çareyi. Alımlı giysiler, birbirinden ilginç oyuncaklar falan.Ben anımsıyorum da, bizler çocukken, cebimiz bayramda topladığımız harçlıklarla dolu olmasına karşın, kasabanın orta yerine kurulan, bayramyerindeki tezgahlardan, paramıza kıyıp oyuncak alamazdık. Bugün, piyasa, ucuz Çin Malı oyuncaklarla dolu. Üstelik, bu ucuz oyuncakların, çocukların sağlığı için bir dizi tehlikeler içerdiği biliniyor.

Kapitalizmin bizlere dayattığı, tüketim ekonomisi, bütün değer yargılarını alt-üst ediyor ne yazık ki. Sürekli almaya alışan çocuklarımız, yetinmesini bilmiyor. Ona Aldığınız havalı bir trenin eve geldikten sonra ömrü, çat patlasın, en fazla 1-2 saat sürüyor değil mi ? Onlara adlığınız, cipslerin yerlere saçıldığını görmüyor muyuz ? 4.5 yaşında oğlum ancak ona bir şey alınca bana ‘’ Sen iyi bir babasın ‘’ diyor. Eğer, markette ona istediği bir şeyi almazsam, adeta terör estiriyor. Geçenlerde, onunla markette gezinirken, istediği oyuncağı almamıştım. Terör estirmeye başladı. Yürümeye başladık. Bir parkta mola verdik. Oğlum hala ağlıyor, bağırıyor… Ve gözlerime inanamadım. Ne yaptı biliyor musunuz ? Kocaman bir parke taşını söküp ayağıma attı. Yani, benim canımı yakacak kadar bana öfkeliydi. Ve çok üzüldüm… Gözüm gibi baktığım, hastalanınca başucundan ayrılmadığım evladım, bana düşmanca duygular besliyordu. ‘’ Bu yaşta, bu denli öfkeyi, şiddeti nereden öğrendin çocuk ? ‘’ diye sordum …

Sanırım, bütün ebeveynler benimle paralel duyguları taşıyorlardır Nasıl bir dünyaya doğru gidiyoruz, nasıl bir gelecek bizleri bekliyor.İnanın endişe içindeyim… Yalnızca korkuyorum !...




İBRAHİM ORMANCI

Mizah Yazarı-Şair





BİR İNSAN YALNIZLIĞINI BU DENLİ SEVEBİLİR Mİ BENİM GİBİ ?






























YALNIZLIĞIM



Kalabalık meydanlarda,
Uzayıp giden telefon direklerinde,
Ağlayan bir çocuğun gözlerinde,
Duyumsarım yalnızlığımı...
***
Sararmış eski mektuplarda,
Bomboş tren garlarında,
Köhnemiş eski konaklarda,
Duyumsarım yalnızlığımı...
***
Canımın çekirdeğinde,
Buğulanmış loş pencerelerde,
Yaşamın cenderesinde,
Duyumsarım yalnızlığımı...
***
Dipsiz kör kuyularda,
İrkilerek kalkılan uykularda,
Bir ozanın son soluğunda,
Duyumsarım yalnızlığımı 


( İBRAHİM ORMANCI )

7 Mayıs 2010 Cuma

BİR MEDYA YAZISI !...
















CANIIIM TÜRKİYEM’DEN MEDYA MANZARALARI !...




1987 yılından beri mizahla iştigal eden bir kardeşiniz olarak; artık mizah dergileri neden okunmuyor sorusuna birlikte yanıt arayalım istiyorum izninizle !...Bu arada, biz mizahçılarda hani bir klişe laf vardır ‘’ Türkiye gibi bir ülkede hiç malzeme sıkıntısı yaşamıyoruz. ‘’. Oysa ben aksi görüşteyim. Türkiye’de öyle komik ötesi, dumur vakalar oluyor ki ; efendim kelli felli beyler, cicili bicili bayanlar, biz mizahçıların rolünü çalıyor…Ehh, biz mizahçıların henüz Kasko sigortası henüz olmadığı için, ben de bu zat-ı muhteremleri kamuoyuna afişe etmekle zevahiri kurtarıyorum…Eyyy halkım, canııım Türkiye’m, bunları tanı da büyü olmaz mı ?


Örneğin, o televizyon, bu televizyon gezen, ülkemiz sorunları hakkında, ahkam kesen kimi gazeteci-yazar-düşünür tayfası var ya !... Benim gibi, fazlaca televizyon izlemeyen, bir insan bile, televizyon kanallarını zaplarken, günde en az beş kez, bu tayfaya rastlarsa, gerisini siz düşünün, ağabeylerim, ablalarım !...Bir de , benim ıskaladığım, programları düşünecek olursak, ortaya devasa bir gerçek çıkıyor. Bu tayfa, o televizyon, bu televizyon gezmekle yetinmiyor, elinde telefonla her an, bir televizyonun kendisine bağlanmasını bekliyor ya !... Üstelik bu kişilerin, her an söyleyebilecekleri, bir şey var yahu. İnsanın bu denli konuşurken, ağzı kurumaz mı ?


Hayır, vallahi şimdiye değin, hiçbir televizyon kanalına çıkıp, görüşlerini beyan etmemiş, bir mizahçı-şair eskisi olarak, inanın gözüm yok. Ama, şu soruyu sormadan geçemeyeceğim. ‘’ Yahu kardeşim. Sizin başka işiniz, gücünüz yok mu allah aşkına ? Gidin, dans edin, reiki falan öğrenin. İnanın, böylece, ülkemizin gidişatına daha çok katkınız olur. ‘’ desem ayıp olur mu ?


Hele hele… Güzide spor medyamızın, liglerin bitmesiyle birlikte, başlayan transfer haberleri furyası var ya… Akıllara ziyan. İnsanın bazen – af buyurun- oha diyesi geliyor. Çünkü kimi futbolcuların adı, her transfer sezonunda büyük kulüplerimizle anılıyor hani. Örneğin ben şahsen, Halil ve Hamit Altıntop kardeşlerin, artık bu yıl olsun, Türkiye’ye transfer olmalarını çok ama çok istiyorum.En azından, her sezon Altıntop kardeşleri, Türkiye’ye getiren,spor medyamız bu transfer sezonunda hayal kırıklığına uğramasın, haklı çıksın . Hatta duyalı bir futbolsever olarak, Altıntop kardeşleri transfer etmeye hevesli ama, parası yetmeyen kulüplerimize kıyak olsun, maddi olarak yardım kampanyası başlatmaya varım.


Bir de tabii ki, özel televizyon kanallarında biliyorsunuz, evlilik programları var. Bakıyorsunuz A kanalındaki, taliplilerini bekleyen yakışıklı erkek yurttaşımızı, daha sonra B kanalında görünce hayretler içinde kalıyoruz. Muhterem, bir seçici, bir seçici ki sormayın. Kendisine talip olan bayanları beğenmiyor. Ben de şahsen bir üzülüyorum, bir üzülüyorum ki sormayın. Aileden sorumlu Devlet Bakanımız Selma Aliye Kavaf’ı acilen, bu kardeşimizin sorununa el atmaya çağırıyorum. Koskoca ülkemizde, bu kardeşimizin beğenebileceği, bir hanım kızımız yok mu allah aşkına ?


Acun Ilıcalı kardeşimizin sunduğu ‘’ Var mısın Yok musun ‘’ yarışmacılarını bu kez, ‘’ Survivor ‘’ yarışmasında görünce yine şaşırıyorum tabii ki. Acun Ilıcalı kardeşimizin, bu yarışmacıları, bundan sonra hangi projede değerlendireceğini doğrusu merak ediyorum. Bu değerli yarışmacılarının, Acun Ilıcalı kardeşimizin yarışmalarına katılmaktan başka hangi işlerinin olduğunu doğrusu, çok merak ediyorum.


Yine, merak ettiğim bir konu var… Benim için ‘’ Sen de kardeşim her şeyi merak ediyorsun ya ‘’ diyenleriniz olabilir. Haber kanallarına bakıyorum. Benim televizyonda, haber kanalları peş peşe sıralıdır. Bir kanalda flaş gelişme diye altyazı geçince hemen dikkatimi çekiyor tabii ki.. Bu flaş gelişme haberi, peş peşe bütün haber kanallarının altyazılarında geçiyor. Yine bu haber kanallarında, bir devlet büyüğümüz, yine mikrofonu alıp konuşmaya başlasa, hemen canlı canlı bağlanıveriyor. Bütün kanallarda, aynı devlet büyüğümüz konuşmakta… Sanırım, çok seslilik bu olsa gerek… Bu nasıl bir habercilik anlayışıdır, hala çözemedim dostlar !...


Yalnız, yine de özlediğim tadlar var… Kuşum Aydın’ı, Ahu Tuğba’nın Meriç’ini, Safiye ve Faik’i, Yıldo’yu, Vj Bülent’i ve daha nicesini çok çok özlüyorum. Hatta bir mizahçı olarak şunu itiraf etmek istiyorum. Ben 42 yıllık yaşamımda, en çok kahkahayı, Ahu Tuğba ve Meriç Erkan’ı izlerken attım. Bir mizahçı olarak bundan hayıflanmam mı gerek bilmiyorum….Hele hele, Meriç Erkan’ın, bir otelin şezlongunda güneşlenen Ahu Tuğba’yı kıskanıp üzerine havlu örtmesi hadisesi var ki. 50 tane Cem Yılmaz gösterisi izlesem, bu kadar kahkaha atamazdım.


Bir de elbette, kamera şakası yapan kardeşlerimiz var. Mustafa Karadeniz isimli şakacımızın, yaptığı şakalar var tabii. Kardeşimiz, bir işletmeye güya müdür olarak gidiyor. Çalışanlarına bir anket yapıyor. Ve en sevilmeyen kişi olarak çıkan ustabaşına ‘’ Sizi işten çıkarıyorum ‘’ diyor. Ustabaşı ‘’ Ben bu işletmeye 12 yılımı verdim. Beni nasıl işten çıkarıyorsunuz ? Benim çoluk çocuğum var. ‘’ diye dövünüp duruyor. Sonra, bunun bir kamera şakası olduğu aç.ıkladığı halde, ustabaşı hala inanmıyor. İçim öylesine acıyor ki. Böylesi bir şakayı, yapana mı kızsam, bu şakayı yayınlayan kanala mı kızsam bilemiyorum…Zaten, biliyorsunuz belki, Mustafa Karadeniz yaptığı şakalarda az dayak yemedi hani . Mustafa Karadeniz’in şaka yaparken, yediği yumruklar basın özgürlüğüne indirilmiş yumruklar mıdır ? Bu sorunun acilen duyarlı kamuoyunda tartışılmasını talep etmekteyim…


Ehh şimdi söyleyin bakalım, böylesi bir ülkede mizahçılar iş yapar mı, mizah dergileri çok satar mı ? Satmaz elbette.. Yukarıda saydığım kamuoyuna mal olmuş kişileri duyarlı olmayan, biz mizahçıların ekmeğiyle oynamamasını talep ediyorum !... Yoksa yoksa, ben de Tekel işçileri gibi, Ankara’nın göbeğinde çadır kurup, açlık grevine başlayacağım haaa !...



İBRAHİM ORMANCI

11 Mart 2010 Perşembe

HEP AYRILIK ŞİİRLERİ YAZMIŞIM BEN !....

















SENSİZLİK !...

Hüzne bulanmış puslu anılar,
Veee yaralı bir yürekten gayri...
Neyim var sahi sana verecek ?
Tam da bu yüzden azat olmalısın,
Çalkantılı iç denizlerimden kurtulup,
Sakin limanlata demir atmalısın !...

***

İnanmazsın belki,
Ama bu sonuncu yenilmemdir aşka...
Senden ötesi yok anlıyor musun ?
Her zaman görebileceğim,
Asla ulaşamıyacağım oysa,
Uzak bir yıldız olsun şimdi sen !...

***

Ben çözümsüz, melankolik bir vakayım,
İflah olmaz bir hayal kırıklığı...
Her aldığım solukta yarim,
Tadıyorum sensziliği !... ( İbrahim ORMANCI)

24 Şubat 2010 Çarşamba

SÖYLENMEDİK BİR SÖZÜN GÜZELLİĞİNDESİN DİYEN BİR ŞİİR !...




















SANA DAİR HER ŞEY !....

Telefonda konuşmak bile seninle,
Mutluluktur benim için…
Uzakta da olsan, varsın işte…
Babasından şeker isteyen,
Bir çocuk gibi sahicisin….
Oradasın, oradasın, varsın işte…
Söylenmedik bir sözün güzelliğindesin !...

***

Bir bahar yağmurundan sonra açıp kaçan,
Bir gökkuşağı telaşındasın…
Şimdi hercai menekşeyi,
Nasıl kondurabilirim ben sana ?
Sen inadına açan kardelensin daim…

***

‘’ Seni düşünmek güzel şey ‘’
Diyor Nazım ya hani,
Sensin sensin elbet,
Çölde bir serap görmemin sebebi….

***

Ben ki, şairim,
Yürek acısı, bungunluk ve hüzün….
Ben ki, şairim,
Sen ise şiirimi can veren imgesin !... ( İbrahim ORMANCI)

12 Şubat 2010 Cuma

SİTEM DOLU BİR ŞİİRİM !...

İNCİTME BENİ

Gece saat on ikiyi geçti,
Bir günü daha devirdim…
Ne para, ne pul, ne de şöhret,
Ben sadece söyleyemediğim,
Sözcüklerin peşindeyim…

***

Gün gelmiş isyan etmişim,
Gün gelmiş ölmeyi denemişim…
Ama bir şeyler var hani,
Boğazımda düğümlenen sözler,
Sana –şimdilik- söyleyemediğim…

***

Gözlerime bak,
Gözlerime bak ve gör gerçeği,
Tetiği çek vur ama,
Sakın incitme beni !....( İbrahim ORMANCI)




11 Şubat 2010 Perşembe

SİZ DE GÜCENENLERDEN MİSİNİZ ?....


GÜCENMEK !...


Toz duman içinde yaşam,
Bir sağanak bastırıyor sorma...
Çamur içinde kalmış her taraf…

***

Kaç zamandır,
Bakamadım ki ben resmine…
Artık rüyalarıma da,
Girmez oldun…
Bu denli mi,
Gücendirdim ben seni ?

***

Sen yolunu çoktaaan,
Çizip gittin belki…
Ben kalakaldım sensizlikle,
Hep aklımdasın işte,
Unutmak zulümdür bana,
Unutamadım ben seni… ( İbrahim ORMANCI)




6 Şubat 2010 Cumartesi

YİTİRİLMEKTEN BIKMADIN ŞAİR !.....














YİTİRDİN BENİ !....

Biberonundan son bir fırt çeken,
Kimsesizler yurdunun en hüzünlü çocuğunu....
Evlatlık almaktan vazgeçen.
Dominant bir orta yaşlı kadın misali...
Bitirdin beni...
***
...Ve o öksüz çocuk,
Yurdun soğuk odalarında..
Ranzalara kuş resmi çizer...
Ama neden ille de güvercin ?
Çünkü gün ola, harman ola....
Yaşlı mı yaşlı devran döne..
Büyür de kanatlanır..
Bilinmeyen diyarlara göçer o güvercin.
Ben o kıvamdayım hani,
Yitirdin, yitirdin beni !... ( İbrahim ORMANCI )

MİSALİ ÖMRÜM !...























MİSALİ ÖMRÜM !...

Yağmur damlasıyla tanışan,

Bir fesleğen misali ömrüm....
Filikasız bir gemiyim,
Ufukta kara görebilmek umuduyla,
Okyanuslarda gezinir dururum...

***

Çiçeklerine ayaz vuran,
Mürdüm eriği misali ömrüm...
İki kapılı bir handayım,
Fırat'ın Dicle ile buluştuğu yerde,
Bir gurbet türküsü mırıldanırım...

***

Uçuruma yuvarlanan,
Bir yaralı serçe misali ömrüm...
Bir gün göklerde kanat çırpacağım diye,
Yaradana dua ederim...
'' Yine de çok şükür '' demeyi,
Asla ihmal etmeyerek...


****

Gözümden dökülen yaşları,
Silen mendil misali ömrüm...
Güneşin doğmasıyla silinen bir buğuyum...
Ben hala ama hala...
Anne şefkatini ve baba merhametini arayan...
Kırk yaşını geçmiş bir çocuğum.

(İbrahim ORMANCI)

4 Şubat 2010 Perşembe

SEN BENİ DİNLE YALNIZCA !

SEN BENİ DİNLE YALNIZCA !...


-Yine ayaz !...

- Yine soğuk !...

- Yine buz kesmiş geceleri !....

***

- Yine sessizlik !...

- Yine dinginlik !...

- Artık eşkıyalar değil, efkar basıyor geceleri !....


***


Canım ülkemin bir yerinde,
Bir şair eskisi olarak ben,
Onca acıya, onca hengameye karşın,
Yazıyorum gizli defterlerime,
Ses veriyorum hala ama hala….
Yaşamın mevzilerinden !...

***

Bana yaşamak cezası verdi,
Görklü Tanrı !...
Çekiyorum şimdilik !...

***


Bir üvey anne tokadıysa yalnızlık,
Sen beni dinle yalnızca,
Anlıyor musun ?



İBRAHİM ORMANCI