28 Ağustos 2010 Cumartesi

BARİKAT


BARİKAT


Konuşsam yalnızlık,
Sussam ayrılık...
Bir ışığın peşinde,
Bir tutam aydınlık...
Ötesi mi ?
Zifiri karanlık...
***
Konuşsam Ekvator,
Sussam Kutup Dairesi...
Kah bir yalçın dağ gibisin,
Kah bir gayya kuyusu...
Dört yanım barikat,
Her yanım sensizlik... 


İBRAHİM ORMANCI





FARKLI BİR ŞİİRİM !...


















TEŞKİLAT-I MAHSUSA



Sözcükler örgütlenir yüreklerde...
Söylenmeyen sözcükler,
Bir devrimin tetikleyicisidir çünkü...
Beyinlerde, korkular ve tutkular,
Düello eder, ikide bir...
Yüreğim sana duyduğum,
Aşkın muhbirini aramaktadır...
Maktulün katiline duyduğu,
Bir hazin sevgidir bu
Sadece sana mahsus...( İbrahim Ormancı )


Fon Resminde ; Gazeteci-Yazar Ergun Hiçyılmaz Ağabey'imin '' Teşkılat-ı Mahsusa '' adlı kitabını kullandım.

YANSIN BAKALIM POMPEİ !....






POMPEİ YANMALI

Bir kesişi vurdular, güpegündüz....
Sakalı bir tutam uzamış gladyatör;
Etna'nın üzerine doğan güneşi seyretti...
Bir kesişi vurdular, güpegündüz....
Po nehri, nice yıllar sonra,
Bir lümpen Türk'e bulmacada sorsunlar diye,
Öyle usul usul akıyordu....
***
Barbarları beklerken,
Bir Latin '' agorafobisinden'' söz açamazdı elbet...
Kesiş orta yaşı geçmiş,
- Ve her daim aşktan yana nasipsiz-
Bu yüzden Nasıra'lı İsa'ya bağlanmıştı...
Bu yüzden Wilhem Tell'e benzeyen,
Ağzı şarap kokan bir ayyaş savurdu okunu,
Ok zehirliydi....
Biliyorum, hiç bir tarih kitabında,
Yer almayacak kesişin katli...
Bir kesişi vurdular güpegündüz...
Tarihin kenarına not düşelim biz...
Pompei yanmalı !...


İBRAHİM ORMANCI

24 Ağustos 2010 Salı

BİR ANNE ŞİİRİ !...


















İŞTE BEN BÖYLE BİR ANNENİN OĞLUYUM !...



Yüzlerinde güneş yanıkları, elleri nasırlı
Üzüm bağlarında çarçabuk yenilen yemekler...
Ortalıkta dolaşırken, hâlâ gözyaşı dökülen acılar...
Renkli renkli haplardan içilecek elbette...
“Çocuklarım okusun da’’ diye başlayan
cümleler ile,
Feda kuşağının fecrinde yükselir, adanan
ömürler...
Yoksuldur geceler, yoksuldur haneler,
yoksuldur düşler...
Amele kadınlar, hep ama hep çalışmaya
mahkûm...
Ne ötekileştiren, ne de bencilleşen bir
dünyadır bu,
“Şu borç bitsin de, çocuklarım okulu bitirsen
de’’ diye diye...
Gün doğmadan üzüm bağlarına girilir...
Amele kadınlar, bî-haberdir mehtaptan...
Çünkü ev demek, gece demek...
Üç-beş saatliğine uykudur...
Karnımı doyurabiliyorsam çok şükür bugün,
Üzüm bağlarını hiç ama hiç unutamam...
Hayatımda en gururlandığım konudur,
İşte ben böyle bir annenin oğluyum!..


İBRAHİM ORMANCI

SESLENİŞ

SESLENİŞ


Yaralı bir kuş gibi,
Gündüz görülen bir düş gibi,
Giriverdim dünyana birden...
***
Yorgun yüreğimden gayri,
Hiç bir şeyim yok inan,
Kapıyı çarpma yüzüme sakın...
***
Belleğimden anılar geçer,
Nerede o pencereme konan serçeler ?
Niye yalnız bıraktınız beni...
***
Artık ağlamak değil,
Derlenip toplarlanmak istiyorum...
Allahımdan sadece,
Ayakta ölmeyi diliyorum... 


( İbrahim ORMANCI)




ÇIKAN YAZILARIMDAN !...

OĞLUM YETİNMESİNİ BİLMİYOR ANNE !...

Geçen yıl, haftalık bir dergide ‘’ Oğlum Yetinmesini Bilmiyor Anne ‘’ diye bir şiirim yayınlanmıştı. Bu şiir şöyle başlıyordu. ‘’ Oğlum yetinmesini bilmiyor anne / Anne bana bir akıl ver / Bir gaz lambasının ışıttığı / Radyosunun bile pilinin bittiği / Rutubet kokan bir gecekonduda / Nasıl mutlu ediyordun bizi nasıl / Bol yıldızlı ve soğuk mu soğuk / Uzun kış gecelerinde ‘’.

Bu şiiri okuyan Bergama’da her zaman dergi ve gazetelerimi oradan aldığım büfeci kız ‘’ Ağabey, sana bir şey soracağım. Sen bu şiirinde, sanki oğlunu babaannesine jurnalliyorsun. Bir insan evladını uluorta şikayet edebilir mi hiç ? ‘’ diye soruverdi. Soruyu soran büfeci kız evliydi belki ama, henüz anne olamamıştı. Elbette, 4.5 yaşında kımıl zararlısı bir fırlama oğlan sahibi olan beni anlayamaz beni bu yüzden. Yanlış anlamayın sakın. Ukalalık yapmıyorum. Ama anne ve baba olmak, ancak yaşanarak öğrenilen bir duygudur. ( Bu arada henüz bir evlat sahibi olmamış ama pek çok anneden daha çok anne duyarlılığı taşıyan bütün kadınları tenzih ederim ). Bendeniz kitaplığımı dolduran, onlarca çocuklar ve çocuk gelişimi üzerine yazılmış, yerli ve yabancı yazarlara ait kitaba sahibim. Ama gel gelelim, bu kitapları satır satır hatmetmeme karşın, işi pratiğe dökmeye gelince duvara tosluyorum. 4.5 yaşında oğlum Enver Tuna, bütün bu kitaplarda yazılanları tersyüz ediyor, bütün ezberleri bozuyor. Yalnızca benim oğlum mu ? Değil elbet. Bütün çocuklar, bizim sandığımızdan çok ilerdeler. Aziz Nesin ustamızın yıllar önce, yazdığı kitabı anımsayın. ‘’ Şimdiki Çocuklar Harika ‘’. Evet, zurnanın zırt dediği ve sözün bittiği bir yerdeyiz.

Elbette ki, yazdığım bu şiirde amacım oğlumu anneme şikayet etmek değildi. Ama, gazetelerde, dergilerde, televizyonların haber bültenlerinde, bizlere gündem diye yutturulan şeyler, bizi reel yaşamdan uzaklaştırıyor. Özellikle, çocuklarımızın dünyasından…

En az 8-10 katlı apartmanlarda yaşayan, maksimum 80-90 metrekare dairelerde yaşamaya mahkum edilen, çocuklarımızı ihmal ediyoruz bizler… Çocuklar, sabahtan akşama değin çocuk kanallarını izliyorlar. Çünkü aman onlar, büyüklerin ayaklarına dolaşmasınlar. Çocuklar, toprakla bile oynayıp, streslerini atamıyorlar. Güneşe bile doğru dürüst çıkamıyorlar. Hatta ve hatta, çocuklar için inşa edilen çocuk parkları bile, özensiz, zevksiz ve tek tip. Üstelik, çocuklarımız için dışarısı, tehlikelerle dolu. Bir kere, trafik ayrı bir dert. Trafik kurallarına uymamakta ısrar eden ülkelerin başında biz geliyoruz. Son zamanlarda, medyada sıkça izler olduğumuz, kayıp çocuk haberleri, hepimizin yüreğini parçalıyor. Ve savunmasız çocuklarımıza karşı işlenen taciz olaylar ayrı bir vaka. Yasalarımız taciz olaylarına karşı, bir hayli yetersiz. Çocuklarımız tacize uğruyor. Ve mahkeme, tacize uğrayan çocukların ruh sağlığının bozulup bozulmadığını merak ediyor. Çok merak ediyorum… Tacize uğrayan bir çocuğun, bir insanın ruh sağlığı bozulmasa, işlenen tacizin, şiddetin bir önemi kalmaz mı acaba ?

İnsanlar, özellikle metropollerde, bir yerden bir yere gidebilmek için, trafikte saatlerini veriyor. Bir de, ülkenin ekonomik koşulları hepimizin malumu. Bir iş bulup, çalışabilen ebeveynler, her an işten çıkarılma korkusuyla yaşıyor. Ev geçimine katkıda bulanabilmek için, anneler de çalışmak zorunda. Böylece, çocuklarımız, doğar doğmaz, bakıcılara, ana okullarına ve etütlere mahkum oluyor. Çocuklar, doğar doğmaz sosyalleşiyor ama, ekmek gibi, su gibi gereksinimi duyduğu ebeveyn sevgisi ve ilgisinden yoksun kalıyor. Çocuklar, akşamları, anne ve babalarının dört gözle, eve gelmesini bekliyor Ama anne ve babalar akşamları eve gelince, iş stresi, trafik stresi, kredi karı ekstresi, bilumum faturalar derken, çocuklarını görecek halleri kalmıyor. Bir de, günümüzde boşanmalar hıza artıyor. Boşanmaların faturasını en çok, çocuklarımız ödemekte. Her gün gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde, nice parçalanmış yaşam öyküleri okumuyor muyuz ?

Çocuklarımızın izlediği çocuk programları, onları hayal kurmaktan uzaklaştırıyor. 4.5 yaşında oğlum, Ben tıpkı Ben 10 gibi davranıyor. Benden, bunca yıllık ömrümde yemediğim, içecek ve yiyecekleri talep ediyor. Burada, Fazıl Hüsnü Dağlarca ustanın şiirini anımsıyorum. ‘’ Çocuklar korkunç Allah’ım / Elleri, yüzleri,saçları./ Uyurlar bütün gece / Yok sana ihtiyaçları…/ Çocuklar korkunç Allah’ım / Bebek yapar haçları./ Aşina değiller hatıramıza / Severken aynı ağaçları…’’. Bazen, bütün dikkatimi oğluma verince, onun benden ne denli ileride olduğunu görüp kendimden utanıyorum. Çünkü, bazen oğluma karşı ne denli duyarsız olduğumu görüyorum.

İşte biz ebeveynler olarak, çocuklarımıza karşı duyduğumuz, suçluluk duygusunu bertaraf etmek için, onlara sürekli bir şey almakta buluyoruz çareyi. Alımlı giysiler, birbirinden ilginç oyuncaklar falan.Ben anımsıyorum da, bizler çocukken, cebimiz bayramda topladığımız harçlıklarla dolu olmasına karşın, kasabanın orta yerine kurulan, bayramyerindeki tezgahlardan, paramıza kıyıp oyuncak alamazdık. Bugün, piyasa, ucuz Çin Malı oyuncaklarla dolu. Üstelik, bu ucuz oyuncakların, çocukların sağlığı için bir dizi tehlikeler içerdiği biliniyor.

Kapitalizmin bizlere dayattığı, tüketim ekonomisi, bütün değer yargılarını alt-üst ediyor ne yazık ki. Sürekli almaya alışan çocuklarımız, yetinmesini bilmiyor. Ona Aldığınız havalı bir trenin eve geldikten sonra ömrü, çat patlasın, en fazla 1-2 saat sürüyor değil mi ? Onlara adlığınız, cipslerin yerlere saçıldığını görmüyor muyuz ? 4.5 yaşında oğlum ancak ona bir şey alınca bana ‘’ Sen iyi bir babasın ‘’ diyor. Eğer, markette ona istediği bir şeyi almazsam, adeta terör estiriyor. Geçenlerde, onunla markette gezinirken, istediği oyuncağı almamıştım. Terör estirmeye başladı. Yürümeye başladık. Bir parkta mola verdik. Oğlum hala ağlıyor, bağırıyor… Ve gözlerime inanamadım. Ne yaptı biliyor musunuz ? Kocaman bir parke taşını söküp ayağıma attı. Yani, benim canımı yakacak kadar bana öfkeliydi. Ve çok üzüldüm… Gözüm gibi baktığım, hastalanınca başucundan ayrılmadığım evladım, bana düşmanca duygular besliyordu. ‘’ Bu yaşta, bu denli öfkeyi, şiddeti nereden öğrendin çocuk ? ‘’ diye sordum …

Sanırım, bütün ebeveynler benimle paralel duyguları taşıyorlardır Nasıl bir dünyaya doğru gidiyoruz, nasıl bir gelecek bizleri bekliyor.İnanın endişe içindeyim… Yalnızca korkuyorum !...




İBRAHİM ORMANCI

Mizah Yazarı-Şair





BİR İNSAN YALNIZLIĞINI BU DENLİ SEVEBİLİR Mİ BENİM GİBİ ?






























YALNIZLIĞIM



Kalabalık meydanlarda,
Uzayıp giden telefon direklerinde,
Ağlayan bir çocuğun gözlerinde,
Duyumsarım yalnızlığımı...
***
Sararmış eski mektuplarda,
Bomboş tren garlarında,
Köhnemiş eski konaklarda,
Duyumsarım yalnızlığımı...
***
Canımın çekirdeğinde,
Buğulanmış loş pencerelerde,
Yaşamın cenderesinde,
Duyumsarım yalnızlığımı...
***
Dipsiz kör kuyularda,
İrkilerek kalkılan uykularda,
Bir ozanın son soluğunda,
Duyumsarım yalnızlığımı 


( İBRAHİM ORMANCI )